öykü

Absürt bir masal * pınar dinçata

Masmavi bir ışık, göğün kırmızıya çalan akşamına renk şöleni gibi düşmüştü. Akşam saatlerinin karanlığı, sokağın tenhalığı, sessizliği evlerdeki tabut görüntüsü bu akşamın diğer akşamlardan farklı olduğunu fısıldıyordu. Rüzgar kayalıklara vuruyor, dizlerini dövüp ağıt yakıyormuşçasına feryat figan inletiyordu etrafı. Bu akşam gökyüzü size iki seçenek sunuyordu mavi hap mı kırmızı hap mı?

Yağmur iri tanelerini camlara indirdikçe perdenin aralığından bu korkunç ama bir o kadar da gerçeklikten sizi kopartmasıyla heyecanlandığınız akşamı seyre dalıyordunuz. Dışarıdaki azılı mücadeleyi, uçuşan şemsiyeleri, rüzgarın kendine beğendiği paltoların nasıl da insanların gövdesinde dans ettiğini izliyordunuz. Bir yandan arka bellekte dönüp duran bir düşünce var oluyor. Mavi hap mı kırmızı hap mı? Camın kenarındaki gerilim tadında filmden gözleriniz kapanmak üzere ayrılırken sobanın kenarında bir ninenin masal okumaya başladığı çalınıyor kulağınıza.

Evvel zamanın içinde karpuz çekirdeği kalmış dişinde. Sürüncemelerden, sürüklenenler, çapul satanlar, dilenciler ve hayl hitler! diye başlayan bu tuhaf masalda gölgesi kendinden uzun dili yılanın dili gibi çatallı. Gözlerinde büyük büyük babası ejderhanın ateşini taşıyan bir eşkiya yaşarmış. Bu eşkiya köyü türlü Ali Cengiz oyunları ve zorbalıkla ele geçirmiş. Şeytanla yaptığı anlaşmasında el aldığı hipnoz yeteneğiyle etrafta zombi gibi dolaşan köylüler yaratmış. Görüntüsüne bakınca korkaklığı yüzündeki öfkeden okunan bu eşkiya köylüyü çalıştırıp çay kaşığıyla mahsul verir, kepçeyle kendine saklarmış. Heybetli değilmiş ama uzunmuş. Yanındaki sağ koluna sürekli benden daha heybetlisi benden daha iyisi var mı diye sorar “Aman efendim sizden iyisini mezara gönderdiniz” lafını duyunca efelenir ve absürt bir kahkaha atarmış. Ondan iyisi çıkarsa diye önceden hazır ettiği ithal, hormonlu ve siyanür kaplı elmayı köylüye yaptırdığı kabaktan sarayının bir odasında saklarmış. Aklını zamanında şeytandan satın alan bu adam arada bir şeytana birkaç köylüyü kurban edermiş. Köylüye zulmeder, kök söktürür, hak arayanı da koca parmağını gere gere işaret edip yanındaki kalpazanlarına köyün uçurumdan aşağı attırırmış. Gel zaman git zaman verilen çağ kaşığıyla buğday bir dış kovuğunu dolduracak kadar verilmeye başlanmış köylüye. Köylü olmayan dişinin yerine buğdayı koyar sabah akşam geviş getirir hipnozun verdiği etkiyle şükredermiş. Bugün de dişimiz doydu çok şükür deyiverirlermiş. Seneler böyle geçmiş derken şeytanla yapılan anlaşmanın süresi bitmiş, hipnoz etkisini yitirmeye başlamış.

Bir gün ahali ellerinde mendiller köy meydanına çıkmış. Ne saz var ne söz her biri oynamaya başlamış coşkuyla oynuyor. Sazsız sözsüz yağmurlu bir günde paçalarına kadar ıslansalar da ağızlarından çıkan anlamsız kelimeleri melodi bilip dans ediyorlarmış. Bodur ufak tefek iki üç tel bıyıklı, sağ kol gitmiş bakmış ki köylüler delirmiş her biri saçma sapan hallere gitmişler. Koştur koştur gitmiş durumu eşkiyaya anlatmış. “Bunlar dellenmiş ağam paşam bunlar hunidenmiş bunlar aha da böyle tırlatıvermiş. Eşkiya yüzüne her zamanki korkunç öfkesini takınıp sevgisizliği ve koca kibriyle ahalinin yanına gelivermiş. “Ben size delirin dedim mi siz kendi kendinize kimden talimat aldınız da delirdiniz” İçlerinden biri az akıllıca kalan öne çıkmış demiş ki “Ağam az yeriz, çok çalışırız, çok stres, az mutluluk, çok emek az yemek, çok çocuk az huzur, dişimde buğdayın son tortusu o da biterse ne yiyeceğiz bilmeyiz bizde elden ne gelir vurduk deliliğe. “Eşkiya, köylüye doğru eğilip ejderha öfkesini adamın yüzüne boca etmiş. Eşkiyanın yanındaki bodur iki tel bıyıklı adama eğilip şunlara yeni huniler dağıt oyalanıp dursunlar, delisi iyidir akıllıya ne hacet dedikten sonra altından döşenmiş yollardan geçip sadece kendi geçebileceği elmas döşeli köprüsünün başına gelmiş. Köprünün ayağında köprünün taşlarını sökmeye çalışan bir adama rastlamış. Pancar gibi kıpkırmızı olan yüzü bir kurbağa gibi şiştikçe şişmiş şiştikçe şişmiş. Öyle bir gürlemiş ki köprünün bir ucundaki adam çalılıkların arasına doğru yuvarlanmış.

“Benim köprümün elmas taşlarını nasıl olur da soymaya cüret edersin diyerek koca cüssesiyle yerinde tepinince köprüsü tahterevalli gibi havalanıvermiş. Yanında giden sağ yaveri ve sol yaveri semaya doğru zıpladıktan sonra yere çakılmışlar. Çalılıktaki adamı dev gibi elleriyle yakasından tutup yukarı doğru kaldırmış elindeki elması aldıktan sonra onu çalılıklara geri fırlatmış. Elmastaki kendi yansımasını gördükçe daha da irileşmiş, elmasa her baktığında kendinden geçmiş, kendini her gördüğünde daha da irileşmiş ve aslan gibi kükremeye başlamış. Kükrerken yanından bir çocuğun geçmekte olduğunu görmüş. Çocuğa dönmüş ve demiş ki “Ey çocuk kükrememi duymuyor musun, korkmadın mı?”, çocuk yüzündeki gülümsemeyle eşkiyanın yanına iyice yaklaşmış ve “Ben buralarda bir kedi miyavlaması duydum, sen mi miyavlıyordun?” Ey ahali çocuğun sonrası hakkında elimizde pek bilgi yoktur. Çocuğu Silivri yakınlarında üzerinde battaniyeyle görenler olduğu söylense de bazısı da onun çarmıha gerildiğini bazısı maden ocağında hiç nefes aldırmadan çalıştırıldığını söylüyor.

Bu sonu olmayan sonunu kimsenin tahmin edemeyeceği masal burada bitecek miymiş?

Pencerenin kenarında uykuya dalan kadın uykusundan uyanır ve mırıldanır. “Ben şimdi anlamadım mavi hap mı kırmızı hap mı?”

pınar dinçata

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu